AHMET ATASAYAR HAKKINDA ESKİ KAYSERİ MÜFTÜSÜ NECMETTİN NURSAÇAN'IN ANLATTIKLARI :
Ahmet Atasayar Kayserilidir.Medine ‘de ikamet etmektedir. İbrahim Ethem gibi bir insandır.Aşırı Peygamber sevgisinden dolayı böyle yapmaktadır. Bizimle beraber gitmiş olan dayısı Ahmet Hasşerbetçi ile Merhum Atasayar’ın kahvaltı ziyafetine katıldık. Atasayar’ın evi oldukça temiz ve tertipliydi. Kahvaltıda oldukça nefis ve mükelmeldi. Atasayar’ın dayısı bana rica edip duruyor,ne olur yeğenime söyle,memlekete dönsün diyor , Atasayardaki Kemali görünce Mümin Efendiye bu görevi yıkmak istedi.O kesinlikle itiraz etti,ben söyleyemem dedi. Yine iş bana düşüyordu. Merhum Atasayar'a; "Ahmet ağabey, Memlekette eşin, çocukların yolunu bekliyor, lütfen dön artık" dedim. Cevabı şöyle oldu.
"Memlekete ne için dönelim? Eş ve çocuklarımı sıla için öyle mi? Pekiyi Peygamber (A.S) eş ve çocuklarımızdan bize daha yakın, daha sevgili değil mi? sıla ise asıl Peygamber (A.S) sıla değil mi? Peygamber (a.s.) burada,varın müsaade isteyin, müsaade ederse gidelim" demişti.
osman karabulut hocaefendinin sami efendi ile hatırası
İLK GÖRÜŞMELERİMİZ VE BİRKAÇ İMTİHAN
Mübarek Sami Sultanımız’a aşağı yukarı on altı yaşındayken intisap etmiştim. İntisabımdan çok az bir zaman sonra Konya’ya teşrif ettiler. Bir yerden haber aldık, ziyaretine gittik, görüştük kendisiyle. Lüzûm eden şeyleri söyledikten sonra, fakire buyurdular ki,
“Şunlarla mücadele etmeyelim, zira onların sözü bizim sözümüzü bastırır, biz istifade edemeyiz.”
Bizim akrabalarımız vardı da benimle mücadele ederlerdi lüzûmsuz yere. Bunun için ilk defa Efendi Hazretleri’nin kerametini orada gördüm. Buyurdular ki
“onlarla mücadele etmeyelim, onlara iltifat etmeyelim!”
ilk görüşmemiz böyle oldu. Aradan zaman geçti. Bir Adil Efendi vardı, o bana dedi ki: “Hafız Efendi, sen şuradan Efendiyi ziyarete git, görüş gel. Yalnız giderken trende ‘Ey sultanım, pirim, üstadım memleketine misafir geliyorum’ de!” Ben de trende Hoca Efendi’nin sözünü hakikâten tekrarladım.
Gece Adana’ya vardım. Baktım, herkes yerin altına gidiyor. Ben acemiyim. Dedim ya, on altı yaşındayım daha. Konya’nın dışına da çıkmış değilim. Hâsılı, herkes yerin altına gidiyor. Meğer peron derlermiş; iki kişi bir paytona bindiler, ben de bindim. Bir otele girdiler ben de girdim. Otelde yattıktan sonra sabah namazına erken kalktım. Çıktım dışarıya, hiçbir yeri bilmiyorum, kimseyi de tanımıyorum. Abidin Caddesi derlermiş, o caddeyi tuttum, baştan aşağıya -küçük saatin oradan taş köprüye kadar- gidiyorum. Hem gidiyorum hem de ‘Ya rabbi, ne olur sultanımla beni görüştür, mübarek cemalini göreyim!’ diye niyaz ediyorum. Nereye gittiğimi de bilmiyorum ama.
Gide gide taş köprüye varıp çıktım. Köprünün başında orta boylu, kır sakallı bir zat duruyor. “Bu boş değil” dedim, “onun yanına varayım!” Dedim ki
“Efendim, Bu nehrin ismi ne?” O da
“Bu nehrin ismi Seyhan!” dedi. Biraz nehirden bahsettikten sonra bana
“Sen Konyalı mısın?” dedi. “Evet efendim”, dedim.
“Sen hafız mısın”, dedi. “Evet efendim”, dedim.
“İsmin Osman mı, dedi. “Evet efendim” dedim.
“Konya’dan birkaç hafız ismi söyledi, tanıyor musun”, dedi. “Tanıyorum efendim”, dedim. Bir de trende Erzurumlu bir zat varmış; “gördün mü onu”, dedi. “Hayır efendim, kara sakallı bir adam vardı ama kim olduğunu bilmiyorum”, dedim. Tabi benim hakkımda o kadar şeyi bilince bende bir heyecan başladı.
YUNUS BABA
Meğerse Efendi Hazretleri bana göndermiş. İsmi de Yunus Baba’ymış. Üstadımız demiş ki: “Git, köprünün başına gelecek, tut elinden getir!” Yani benim geleceğimi haber buyurmuşlar. Tabi ondan sonra “efendim isminiz ne” dedim yavaşça. “Yunus” dedi. Elhamdülillah, dedim. Çünkü Yunus Baba’yı işitiyoruz amma kim olduğunu bilmeyiz. Ondan sonra elimden tuttu ağır ağır, güneş daha yüzünü yeni gösterdi, -hâlbuki ziyaret için günlerce bekleyenler varmış- o gün sultanımız bizi huzuruna kabul etti. Bir çeşmenin başına vardık. Bana: “Sen şurada dur da ben şu eve bir girip çıkayım!” dedi. Orada durdum. Bir de baktım kapıyı açtı,
“gel” diye eliyle işaret etti.
DEVLETHANEDE İMTİHAN
O zaman anladım oranın devlethane olduğunu. Hemen vardım, mübarek sultan -zaten evi ahşap, alt kat boş, bütün odalar yukarıda- merdivenin başına durmuş, nur gibi…
“Buyurun”, dedi. Buyurun, demesiyle dizimin bağı çözüldü. Hâsılı zor çıktım merdivenden. Mübarek elini öptük. Lüzûm eden şeyleri söyledi. Bir de beni orada imtihan etti. Bana bakıyordu, teveccüh ettiğini anladım. Dedi ki:
“Bir hoca bulalım, bir elifbe bulalım, “elif, be, te, se” diye Kur’an okuyalım hemen!” Ben “baş üstüne Efendim” dedim. Öyle deyince “hah” dedi,
“hafızlığımıza devam edelim” dedi Mübarek. Yani “ben hafızım” diyeceğim ya… Orada Yüce Mevlam imtihanı kazandırdı elhamdülillah. Böyle bir anımız oldu Mübarek Sultan’la… Sonra “birkaç gün kalacak mısın” dedi. Ben de “birkaç gün kalacağım Efendim” dedim.
“GİTSEYDİN GÖRÜŞECEKTİN”
Her gün beni sohbete götürüyordu. Sohbetlere gittik beraber. Üçüncü gün dönecektim Konya’ya. Adana’da Cumali Efendi vardı, tatlıcı. Onun dükkânına vardım, -çok coşkun bir zat- dedi ki
“az daha evvel gelseydin Mübarek Sultan buradaydı!” “Eyvah!” dedim. “Yok” dedi sen eyvah deme! Şuradan çık, bulursun.” Dediğim gibi hiçbir yeri bilmiyorum. Ama çıktım yine de… Yine hem gidiyorum hem de yalvarıyorum Yüce Rabbime, “Ya Rabbi, ne olur beni bir kez daha görüştür Mübarek Sultanım’la” diye. Hem de mübarek sultanıma istimdat ediyorum, “ne olur Efendim, mübarek cemalini bir kere daha göreyim!” diye. Geri döneceğim çünkü. Öyle kendimi kaptırmışım, gidiyorum…
Gide gide Seyhan Nehri’nin kenarına varmışım. Yol çıkmaza girdi. Şöyle sol tarafıma döndüm ki hisarlar oradaymış. Efendimiz orada, kereste dükkânında muhasipmiş. Yani öyle işitiyorduk. Görünce “tamam” dedim, yolun ortasından gidiyorum, -yolun iki tarafı dükkân- bir sağ tarafa bir sol tarafa bakıyorum, O’nu arıyorum. Hâsılı öyle ararken bir de baktım ki karşıdan -tabi ben sağıma, soluma bakıyorum- ciğerlerime bir el attı, çekti ama ciğerlerim koptu zannettim. Kafamı kaldırdım şöyle, baktım, mübarek kalem gibi, nur gibi geliyor. Geldi, “esselamü aleyküm” dedi. Aleyküm selam, dedim. Yürüdü. Ben de arkasından gidiyorum. Ana caddeye çıktık. Cadde kalabalık. Hani Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) ahvali, orta boylu olmasına rağmen en uzundan daha uzun görünürdü ya… Bu Rabbimiz’in bir ihsanı, aynı şeyi ben Sultanımız’da da gördüm. Ne kadar kalabalık olursa olsun Sultanımız’ın başı yukarıda gitti. Ben bunu ilk defa orada gördüm. Velhâsıl, O önde, ben arkada yürüyoruz.
Tepebağ derler, oraya geldik. Oraya döneceği zaman Mübarek, başını kaldırdı, bana uzun uzun baktı. Meğer “gel” demekmiş. Eğer gitseymişim Sultanım’la tekrar görüşecekmişim ama bilemediğimiz için görüşmek nasip olmadı. Sonra Tatlıcı Cumali Abi’ye vardım, başımdan geçenleri O’na anlattım. O da: “Gitseydin, görüşecektin!” dedi. Ondan sonra kalktık, Konya’ya geldik.
“Şunlarla mücadele etmeyelim, zira onların sözü bizim sözümüzü bastırır, biz istifade edemeyiz.”
Bizim akrabalarımız vardı da benimle mücadele ederlerdi lüzûmsuz yere. Bunun için ilk defa Efendi Hazretleri’nin kerametini orada gördüm. Buyurdular ki
“onlarla mücadele etmeyelim, onlara iltifat etmeyelim!”
ilk görüşmemiz böyle oldu. Aradan zaman geçti. Bir Adil Efendi vardı, o bana dedi ki: “Hafız Efendi, sen şuradan Efendiyi ziyarete git, görüş gel. Yalnız giderken trende ‘Ey sultanım, pirim, üstadım memleketine misafir geliyorum’ de!” Ben de trende Hoca Efendi’nin sözünü hakikâten tekrarladım.
Gece Adana’ya vardım. Baktım, herkes yerin altına gidiyor. Ben acemiyim. Dedim ya, on altı yaşındayım daha. Konya’nın dışına da çıkmış değilim. Hâsılı, herkes yerin altına gidiyor. Meğer peron derlermiş; iki kişi bir paytona bindiler, ben de bindim. Bir otele girdiler ben de girdim. Otelde yattıktan sonra sabah namazına erken kalktım. Çıktım dışarıya, hiçbir yeri bilmiyorum, kimseyi de tanımıyorum. Abidin Caddesi derlermiş, o caddeyi tuttum, baştan aşağıya -küçük saatin oradan taş köprüye kadar- gidiyorum. Hem gidiyorum hem de ‘Ya rabbi, ne olur sultanımla beni görüştür, mübarek cemalini göreyim!’ diye niyaz ediyorum. Nereye gittiğimi de bilmiyorum ama.
Gide gide taş köprüye varıp çıktım. Köprünün başında orta boylu, kır sakallı bir zat duruyor. “Bu boş değil” dedim, “onun yanına varayım!” Dedim ki
“Efendim, Bu nehrin ismi ne?” O da
“Bu nehrin ismi Seyhan!” dedi. Biraz nehirden bahsettikten sonra bana
“Sen Konyalı mısın?” dedi. “Evet efendim”, dedim.
“Sen hafız mısın”, dedi. “Evet efendim”, dedim.
“İsmin Osman mı, dedi. “Evet efendim” dedim.
“Konya’dan birkaç hafız ismi söyledi, tanıyor musun”, dedi. “Tanıyorum efendim”, dedim. Bir de trende Erzurumlu bir zat varmış; “gördün mü onu”, dedi. “Hayır efendim, kara sakallı bir adam vardı ama kim olduğunu bilmiyorum”, dedim. Tabi benim hakkımda o kadar şeyi bilince bende bir heyecan başladı.
YUNUS BABA
Meğerse Efendi Hazretleri bana göndermiş. İsmi de Yunus Baba’ymış. Üstadımız demiş ki: “Git, köprünün başına gelecek, tut elinden getir!” Yani benim geleceğimi haber buyurmuşlar. Tabi ondan sonra “efendim isminiz ne” dedim yavaşça. “Yunus” dedi. Elhamdülillah, dedim. Çünkü Yunus Baba’yı işitiyoruz amma kim olduğunu bilmeyiz. Ondan sonra elimden tuttu ağır ağır, güneş daha yüzünü yeni gösterdi, -hâlbuki ziyaret için günlerce bekleyenler varmış- o gün sultanımız bizi huzuruna kabul etti. Bir çeşmenin başına vardık. Bana: “Sen şurada dur da ben şu eve bir girip çıkayım!” dedi. Orada durdum. Bir de baktım kapıyı açtı,
“gel” diye eliyle işaret etti.
DEVLETHANEDE İMTİHAN
O zaman anladım oranın devlethane olduğunu. Hemen vardım, mübarek sultan -zaten evi ahşap, alt kat boş, bütün odalar yukarıda- merdivenin başına durmuş, nur gibi…
“Buyurun”, dedi. Buyurun, demesiyle dizimin bağı çözüldü. Hâsılı zor çıktım merdivenden. Mübarek elini öptük. Lüzûm eden şeyleri söyledi. Bir de beni orada imtihan etti. Bana bakıyordu, teveccüh ettiğini anladım. Dedi ki:
“Bir hoca bulalım, bir elifbe bulalım, “elif, be, te, se” diye Kur’an okuyalım hemen!” Ben “baş üstüne Efendim” dedim. Öyle deyince “hah” dedi,
“hafızlığımıza devam edelim” dedi Mübarek. Yani “ben hafızım” diyeceğim ya… Orada Yüce Mevlam imtihanı kazandırdı elhamdülillah. Böyle bir anımız oldu Mübarek Sultan’la… Sonra “birkaç gün kalacak mısın” dedi. Ben de “birkaç gün kalacağım Efendim” dedim.
“GİTSEYDİN GÖRÜŞECEKTİN”
Her gün beni sohbete götürüyordu. Sohbetlere gittik beraber. Üçüncü gün dönecektim Konya’ya. Adana’da Cumali Efendi vardı, tatlıcı. Onun dükkânına vardım, -çok coşkun bir zat- dedi ki
“az daha evvel gelseydin Mübarek Sultan buradaydı!” “Eyvah!” dedim. “Yok” dedi sen eyvah deme! Şuradan çık, bulursun.” Dediğim gibi hiçbir yeri bilmiyorum. Ama çıktım yine de… Yine hem gidiyorum hem de yalvarıyorum Yüce Rabbime, “Ya Rabbi, ne olur beni bir kez daha görüştür Mübarek Sultanım’la” diye. Hem de mübarek sultanıma istimdat ediyorum, “ne olur Efendim, mübarek cemalini bir kere daha göreyim!” diye. Geri döneceğim çünkü. Öyle kendimi kaptırmışım, gidiyorum…
Gide gide Seyhan Nehri’nin kenarına varmışım. Yol çıkmaza girdi. Şöyle sol tarafıma döndüm ki hisarlar oradaymış. Efendimiz orada, kereste dükkânında muhasipmiş. Yani öyle işitiyorduk. Görünce “tamam” dedim, yolun ortasından gidiyorum, -yolun iki tarafı dükkân- bir sağ tarafa bir sol tarafa bakıyorum, O’nu arıyorum. Hâsılı öyle ararken bir de baktım ki karşıdan -tabi ben sağıma, soluma bakıyorum- ciğerlerime bir el attı, çekti ama ciğerlerim koptu zannettim. Kafamı kaldırdım şöyle, baktım, mübarek kalem gibi, nur gibi geliyor. Geldi, “esselamü aleyküm” dedi. Aleyküm selam, dedim. Yürüdü. Ben de arkasından gidiyorum. Ana caddeye çıktık. Cadde kalabalık. Hani Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) ahvali, orta boylu olmasına rağmen en uzundan daha uzun görünürdü ya… Bu Rabbimiz’in bir ihsanı, aynı şeyi ben Sultanımız’da da gördüm. Ne kadar kalabalık olursa olsun Sultanımız’ın başı yukarıda gitti. Ben bunu ilk defa orada gördüm. Velhâsıl, O önde, ben arkada yürüyoruz.
Tepebağ derler, oraya geldik. Oraya döneceği zaman Mübarek, başını kaldırdı, bana uzun uzun baktı. Meğer “gel” demekmiş. Eğer gitseymişim Sultanım’la tekrar görüşecekmişim ama bilemediğimiz için görüşmek nasip olmadı. Sonra Tatlıcı Cumali Abi’ye vardım, başımdan geçenleri O’na anlattım. O da: “Gitseydin, görüşecektin!” dedi. Ondan sonra kalktık, Konya’ya geldik.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder